İBRAHİM MURAT GÜNDÜZ’ÜN YÜREĞİNDEN: BAŞBUĞ’UN SEMİNERLERİNDEN DOĞAN DOKUZ IŞIK VE MİLLETİN KADERİ Her milletin tarihinde, karanlığı yaran bir ışık vardır. Ve her karanlık dönemde, o ışığın etrafında toplanan az sayıda inanmış yürek, tarihin akışını değiştirir. Türkiye için bu ışık; Başbuğ Alparslan Türkeş’in yaktığı Dokuz Işık, o yürekler ise onun etrafında toplanan ilk Ülkücülerdir. Ben, İbrahim…
İBRAHİM MURAT GÜNDÜZ’ÜN YÜREĞİNDEN: BAŞBUĞ’UN SEMİNERLERİNDEN DOĞAN DOKUZ IŞIK VE MİLLETİN KADERİ
Her milletin tarihinde, karanlığı yaran bir ışık vardır.
Ve her karanlık dönemde, o ışığın etrafında toplanan az sayıda inanmış yürek, tarihin akışını değiştirir.
Türkiye için bu ışık; Başbuğ Alparslan Türkeş’in yaktığı Dokuz Işık,
o yürekler ise onun etrafında toplanan ilk Ülkücülerdir.
Ben, İbrahim Murat Gündüz olarak, o dönemi bugün yüreğimde yeniden yaşıyorum.
Çünkü biliyorum ki; Türk milliyetçiliği sadece bir fikir değil, zulme ve işgale karşı bir savunma refleksidir.
Ve bu refleksin ilk adımı, Başbuğ’un az sayıdaki gence verdiği o unutulmaz seminerlerde atıldı.
1968: Kızıl İstilaya Karşı Türk Mukavemeti Başlıyor
1968’den itibaren Türkiye’de üniversiteler, bilim yuvası olmaktan çıkmış; komünist ideolojilerin işgal merkezi hâline gelmişti.
Üniversite amfilerinde Stalin’in, Lenin’in, Mao’nun posterleri asılıydı.
Öğrenci yurtları cephaneliğe çevrilmişti.
Marksist yeraltı örgütleri, şehir gerillası ve kır gerillası tartışmaları yapıyor;
okullarda fikir değil, silah konuşuyordu.
Bu dönemde, Türkiye’nin dört bir yanında komünist devrim hazırlığı yapılırken, Türk milletinin evlatları eziliyor, sindiriliyordu.
Fabrikada, okulda, köyde, kentte…
Bir Türk gencine “Türküm” dedirtmek suç hâline getiriliyordu.
Devletin içine sızan kırmızı odaklar, güvenlik güçlerini susturuyor; devletin refleksleri felç ediliyordu.
İşte bu ağır atmosferde, bir adam çıktı milletin önüne.
Başbuğ Alparslan Türkeş.
Silahla değil, fikirle mücadeleye başladı.
Çünkü biliyordu ki:
Bir milleti tanklar değil; fikirler ayağa kaldırır.
Başbuğ’un Seminerleri: Şuurla Başlayan Direniş
Ama Başbuğ susmadı.
Korkutulmuş, sindirilmiş Türk gençliğinin içinden inananları topladı.
Onlara “Komünizm nedir?”, “Türklük nedir?”, “Millet nasıl ayağa kalkar?” sorularını sordu ve cevapladı.
Yurtlarda, salonlarda, evlerde; bazen gizli bazen açık seminerlerle Türk gençliğine istikamet verdi.
Seminerlerde sadece düşmana karşı nefret değil;
millet için aşk öğretti.
Ve bu aşkın adıydı: Dokuz Işık.
DOKUZ IŞIK: Türk Milliyetçiliğinin Fikri Temeli
“Dokuz Işık”, Türk milliyetçiliğini sadece bir his değil, bir sistem hâline getiren fikrî pusuladır.
Bu pusula, Türklüğün geçmişinden süzülüp, geleceğine yön verir.
İlkeleri şunlardı:
Bu doktrinle Türk milliyetçiliği;
slogan olmaktan çıkmış, bir millet modeli, bir devlet aklı hâline gelmiştir.
Dokuz Işık’tan Ülkü Ocaklarına
Başbuğ’un seminerlerinden doğan bu ışık, kısa sürede Ülkü Ocakları’na dönüşmüştür.
Bu ocaklar, sadece birer siyasi gençlik kurumu değil;
birer mektep, birer ahlak, birer ruh ocağıydı.
Burada yetişen gençler;
Kur’an okudu, Türk tarihi öğrendi, töreyle şekillendi.
Ve slogan yerine şuuru tercih etti.
Başbuğ’un buyruğuydu:
“Ocağın demiri töredir. Genç, ancak töreyle büyür.”
İbrahim Murat Gündüz’den: Bu Mirası Namusumuz Bildik
Ben, İbrahim Murat Gündüz olarak,
Başbuğ’un o seminerlerini bir ideolojik eğitim değil, bir milletin dirilişi olarak görüyorum.
Dokuz Işık, sadece geçmişin mirası değil; bugünümüzün pusulası, geleceğimizin istikametidir.
Biz biliyoruz ki:
Başbuğ’un mirası bizim namusumuzdur.
Ve bu namusa ihanet edenin yolunu, Türk milletinin vicdanı kesecektir.
Ve O Büyük Veda: 4 Nisan 1997
Ama her ömür gibi, bu kutlu ömür de bir gün sona erdi.
4 Nisan 1997 sabahı, Başbuğ Alparslan Türkeş, Hakk’a yürüdü.
O sabah güneş doğdu ama ısıtmadı.
O sabah bayraklar dalgalandı ama içimizde fırtına koptu.
Ankara’da sessiz bir yas vardı.
Milyonlarca bozkurt, binlerce Türk genci, yüzbinlerce vatan evladı;
sadece bir lideri değil,
bir çağlayanı,
bir kutup yıldızını,
bir baba sesini yitirdi.
Ama arkasında öyle bir miras bıraktı ki;
onu taşıyanların alnına yazılmış bir kelime kaldı:
Namus.
Son Söz
Başbuğ sustu.
Ama biz konuşuyoruz.
O yürüdü.
Ama biz nöbetteyiz.
O öldü.
Ama davası yaşıyor.
Ve biz, her adımımızda şunu haykırıyoruz:
“Başbuğ’un mirası, bizim namusumuzdur.”
#ibrahim-murat-gunduz
Reklam & İşbirliği: [email protected]